Ana içeriğe atla

MEDYA VE DEMOKRASİ

Demokrasi insanlık tarihinin en eski kavramlarındandır. Antik yunan dönemine kadar uzanan bu macera inişli, çıkışlı birçok dönemden geçmiştir. Dönemi demokrasinin bebeklik çağı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Yunan toplumda yaşayan aristokratlar ve filozoflar yarattıkları demokrasi kavramının nimetlerinden faydalanan ilk kişilerdi. Hatta bu dönemlerde Platonun yazmış olduğu devlet kitabında ideal bir yönetimin nasıl olması gerektiği şekillendirilmiştir. Toplum hakkında kritik kararları alma ve oylama yetkisinin tamamı ile filozoflara verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Roma cumhuriyeti de aynı yönetim anlayışından etkilenmiş ve kendi demokrasi anlayışını inşa etmiştir. Tüm bu tarihsel sürece bakarak, modern anlamda bir demokrasi düşüncesine kapılmamamız gerekmektedir. Zira kadınların kurulan bu ilkel demokrasi biçimlerinde söz hakları asla olmamıştır. Demokrasi kavramı; bir kılıca benzetilmiştir. Demoklesin kılıcı hükümdarın tepesinde sallanmakta ve onu denetlemektedir. Demokrasinin işlevselliği bugün dahi sorgulanır durumdadır.
Modern anlamda demokrasi; 1789 Fransız devrimi sürecinde yükseliş göstermiştir. Avrupa da aydınlanma ve devrimler çağında günümüz dünyasını oluşturan ilkeler belirlenmiştir. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi 3 Eylül 1791 yılında ortaya çıkmıştır. Bu bildirinin ilk maddesi şu şekildedir; 'Madde1: İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir.' Feodalitenin etkisi azaldıkça, Avrupa siyasi tarihinde yeni bir güç olarak Burjuvazi yükselmeye başlamıştır. Aydınlanma dönemi skolastik düşüncenin yerini rasyonel düşünceye bırakmasının da tarihidir. Bu süreçte medya kapitalizmle başat olarak bir atılım gerçekleştirmiştir. Gazetelerin toplumsal önemi artmıştır. Medya demokrasinin vazgeçilmez ayağı olmaya başlıyordu artık. Sanayi inkılabı ve buharlı makinelerin ortaya çıkışı kapitalist ekonominin büyük bir ivme kazanmasına yol açmıştır. Medya bu evrede hem emekçi yığınları, hem de burjuva sınıfı için hayati bir öneme sahiptir. Yönetenler açısından ülkeyi diledikleri gibi yönlendirebilmeleri için medya önemliydi. Emekçiler açısından ise; medya kamu gözcülüğü görevini yürütmek ile mükellef olduğu için hayati bir öneme sahiptir. Demokrasinin modern dünyada gelişimi ile birlikte kuvvetler ayrılığı ilkesi toplum yaşamında etkisini göstermeye başlamıştır. Bu kuvvetler; yasama, yürütme ve yargı olarak şekillenmiştir. Daha sonra bu üç kuvvetin yanına bir kuvvet daha eklenmiştir o kuvvetin adı medyadır. Medya, iktidarları toplum adına gözetler ve yaşananları gerçekçi biçimde halkın önüne sunmakla yükümlüdür. Sistemin gelişimi ile birlikte medya da değişik kollara ayrıldı. Toplumsal sorunlara eğilen gazeteler, fikir gazeteleri olarak nitelendirilirken. Tecimsel kaygılar doğrultusunda çıkan ve toplumu ilgilendiren sorunlardan uzak bir yayımcılık anlayışı sergileyen bulvar gazeteleri ortaya çıkmıştır.
19.ve 20.Yüzyıllarda Medyanın işlevsel yönü daha fazla ön plana çıkmıştır. Birinci dünya savaşı yıllarında medya ülkeler bazında bölünmüştür. Gazeteler olaylara bulundukları ülkelerin perspektifinden bakmıştır. Barış yanlısı gazeteler ise demokrasi, ilkelerinin tersine sesleri kısılmış ya da göz ardı edilmiş ve baskı altına alınmıştır. Medyanın gelişimine, aynı zamanda bir demokrasi savaşımı demek bu anlamda yanlış olmayacaktır. Görsel medyanın yani televizyonun ortada olmadığı dönemler de gazeteler kitleleri yönlendirme işlevini büyük oranda üstleniyorlardı. Bilimsel olarak İleşim'in önem kazandığı dönem 20.yüzyıldır. Çalışmalar ilk olarak ABD'de başlamıştır. İletişimin bir disiplin olarak bilim dünyasının gündemine girmesi ile birlikte medyanın önemi giderek artmıştır. Gazeteler ilk olarak seçkin bir çevre için yayımlanır ve ekonomi ağırlıklı haberleri okuyucularına ulaştırırlardı. Ancak ilerleyen süreçte gazeteler seçkinlerin hakimiyetinden çıkıp, kitlelerin okuyup satın aldıkları bir araç haline gelmişlerdir. Türkiye de ilk gazete sahipleri, bizzat o işi yapan gazetecilerden oluşmaktaydı. Medya kamusal sorumluluğu da sırtlanmış, halka gerçekleri aktarabilmek adına hayati bir rol üstlenmiştir. Yönetilenler açısından medya; kendilerini yöneten insanları denetleyen, gözetleyen bir araçtır. Medya kavramı günümüz dünyasına uygun bir jargondur. Dönemsel olarak gazeteler, aslında temel olarak medyanın doğumu da sancılı süreçlerden geçmiştir. Avrupa da dahil 19.ve 20.yüzyıllarda pek çok gazete görüşlerinden ötürü kapatılmıştır. Çarlık Rusya'sında çıkan muhalif gazete Iskra (kıvılcım) gazetesi, büyük baskılara maruz kalmış ve insanların bu gazeteyi satın alıp okumaları engellenmeye çalışılmıştır. Sadece monarşinin olduğu Rusya da değil, Avrupa'nın pek çok ülkesinde medya; doğum evresinde yöneten sınıf tarafından büyük baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Demokrasinin temel gereklilikleri askıya alınmış; Fransız devrimi ile başlayan devrimci atılımlar hız kesmiştir. Eşitlik-Özgürlük ve kardeşlik sloganıyla yola çıkan köylü, işçi ve burjuvazi (kent soylu) kendi iktidarını oluşturduğu anda bütün devrimci söylemden uzaklaşmıştır. Köyler boşalır, kentlerde yoğunluk artarken insanların habere olan açlığı da o oranda artmıştır. Birinci paylaşım savaşı sonucu çıkan adaletsizlikler kalıcı barışı sağlamayı imkansız kılmıştır. Almanya savaştan ağır bir yenilgi almış, alman halkı yaşadıkları olağan üstü zorlukları kine ve nefrete dönüşmüştür. Bunun bir sonucu olarak Hitler iktidara gelmiş ve ilk iş olarak ülkede ki tüm muhalif sesleri susturmuştur. İletişim üzerine eleştirel görüşleri ile öne çıkan Frankfurt okulu düşünürleri Amerika'ya kaçarak faşizmin elinden kurtulmuşlardır. Demokrasi büyük acılar pahasına askıya alınmıştır. Frankfurt Okulu bu süreçte iletişim üzerine çalışmalar yürütmüş diktatörlükler üzerine araştırmalar yapmış ve dünyanın sürüklendiği felakete ışık tutmuştur. Amerika da gördükleri karşısında Okul düşünürlerinden THEDOR W.ADORNO ve MAX HORKHEIMER kültür endüstrisi kuramını geliştirmişlerdir. Bu iki düşünür medyanın ve kültür endüstrisinin topluma etkilerini araştırmışlardır. Adorno ve Horkheımer'a göre: 'iktisadi üretkenliğin artışı bir yandan adil bir dünya için gereken koşulları yaratırken, öte yandan teknik aygıta ve onun kontrolünü elinde tutan sosyal gruplara nüfusun geri kalanı üzerinde ölçüsüz bir üstünlük sağlamaktadır.' (aydınlanmanın diyalektiği: sayfa:14) Demokrasinin basit bir şekilde insanlara verilmiş bir hak olmadığı açıkça ortadadır. Günümüzde kamu gözcülüğü görevini yaptığını düşündüğümüz medyanın maskesini yine aynı okulun bu iki büyük düşünürü yırtmaktadır. ' O kültür metası haline getirildiği ve tüketim amacıyla insanlara teslim edildiği noktada eriyip gitmek zorundadır. Kesin bilgilerin ve allanıp pullanmış eğlencelerin selinde insanlar bir yandan akıllanırken diğer yandan aptallaşmaktalar.' ( Aydınlanmanın Diyalektiği.Adorno-Horkheımer sayfa:14-15) Medya toplumsal rolünden endüstriyel bir hale geldikçe uzaklaşmıştır. Topluma gerçekleri yansıtmak bir yana toplumdan gerçekleri kaçıran, iktidarı elinde bulunduranların elinde bir silah haline gelen korkutucu bir yapıya dönüşmüştür. Demokrasi gizil bir biçimde kitlelerin elinden alınıp, seçkinlerin elinde bulunan bir oyuncağa dönüşmüştür. Bu oyuncağın korkutucu sonuçlarını insanlık faşizmi yaşayarak görmüş ve öğrenmiştir.
MEDYANIN VE DEMOKRASİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU:
Günümüz sürecine gelmeden önce yaşadığımız sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olan politikaları hassasiyetle irdelememiz gerekmektedir. Türkiye medyası zorlu dönemlerden geçmiştir. Çoğu gazeteci kamu gözcülüğü yapmanın bedelini canıyla ödemiştir. Darbe dönemleri ise medyanın ve demokrasinin can çekiştiği, ceberut yönetimin toplumu hizaya soktuğu vahim dönemlerdir. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi Türkiye de kapanmamak üzere derin yaralar açmıştır. Darbeye kadar gelen süreçte Medya tekelleşme sürecine girmiş, gazeteler artık iş adamlarının ve holdinglerin yönetimine geçmeye başlamıştır. Dünya da ise Neo liberalizmin şahlandığı dönemlere denk gelmektedir. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler' anlayışı ülke siyasetinde etkin bir rol alacaktı. Abdi ipekçi basın tarihinde önemli bir gazetecilik başarısı göstererek; Şili’de halk tarafından seçilerek göreve getirilen Şili devlet başkanı Allende ile röportaj yapmıştır. Bu iki aktörün ölüm sebepleri dünya demokrasi tarihin de kara bir leke olarak kalmıştır. Abdi İpekçi suikast'e kurban giderken. Şili de yapılan kanlı darbe sonucu Allende yaşamını yitirmiştir. Türkiye de yaşanan huzursuzluk döneminin popüler tabiri ile hatta günümüze kadar dilimize yerleşen şekliyle sağ ve sol çatışması ülkede yapılacak olan darbenin zeminini hazırlamıştır. Darbenin gerçekleşmesi sonucunda halka bir kaç beden büyük gelen özgürlükçü anayasa askıya alınmış, medya darbecilerin kontrolüne geçmiştir. Özetle yaşananlar ülkemizin kısa bir demokrasi deneyiminden sonra tekrar dizayn edilmek üzere demokrasinin askıya alınmasından başka bir şeyi ifade etmemektedir. Darbeden sonraki süreçte ise Neo liberal politikalar hızla hayata geçirilmiş, medya da tekelleşme süreci hızlandırılmış ve tamamlanmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla da sermaye piyasasında ticari kapitalizmin kurallarıyla iş yapan patronların basına el atmaları Türk basın tarihi açısından yeni bir dönemin başlaması demektir. Göreceli de olsa kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde işlerlik gösteren basının yerini, ticari kapitalizmin piyasa kurallarına göre işlerlik gösteren medya alıyordu.' (İletişim-Kuramlar-Yaklaşımlar. Nazife Güngör.sayfa:145) Esasen anlatılmak istenen durum, medyanın kapitalistlerin elinde büyük bir çürümeye uğradığıdır. Medyanın bağımsız, olmadığı toplumlarda insanlar kendilerini yalnız hissedeceklerdir ve o toplumlarda demokrasi anlayışından söz etmek hayalcilik olacaktır. Yöneten sınıfın elindeki oyuncak olma rolünden öteye gidemeyen medya, kitleleri uyutmakla da mükelleftir. Bireylerin olaylar karşısında tepkisizleştirilmesi ya da yaşanan durumun ardındaki gerçeği perdeleyen bu küçük ama tehlikeli illüzyonistin işidir. Kültürler; büyük devletlerin yarattığı dev kültür endüstrisi içerisinde yozlaşmakta ve yok olmaktadır. Dünyada ortaya çıkan kola ve hamburger çılgınlığının medya ayağı olmadan gerçekleşmesi ve toplumlara empoze edilmesi mümkün değildir. Kamu yararını gözetmesi gereken kuruluşlar sigara gerçeğinde olduğu gibi bu ürünlerin dünyaya yayılmasını sorgulamamış hatta desteklemişlerdir. Bireyler yeme alışkanlıklarını değiştirdikten yıllar sonra hamburger ve kolanın zararları üzerine bir çok gazetede yazılar yayımlanmakta, televizyonlarda ise bunlara yönelik olarak çarpıcı yayınlar gerçekleştirilmektedir. Kapitalist için artık bu yayınların önemi yoktur. Çünkü insanların yemek yeme alışkanlıkları artık değişmiştir ve tanıdıkları bu ucuz, lezzetli ama bir o kadarda zararlı besinden vazgeçemeyecek hale getirilmiş durumdadırlar. Yerellik yerini global anlayışa bıraktıkça, demokrasi kültürü ağır yaralar almaktadır. Medya bu yaraları açan en büyük silah konumundadır. Tek sesli bir dünya yaratılmak istenmektedir. Dünya üzerinde enformasyonu tekelinde bulunduran ajanslar bölgelerde yaşanan olayları, gelişmiş ülkelerin perspektifinden dünyaya sunmaktadır. Rekabet alanının daraltılması ve yok edilmesi alternatif medyayı boğmaktadır. Bilgiyi üreten toplumlar, tüketen toplumları yönetmeye başlamış durumdadır. Son yıllarda yaşanan Suriye iç savaşı bunun en açık örneğidir. Arap baharı diye yutturulan demokrasi masalları ile uyutulan, biz global köy ve sakinleri gerçeklerden uzaklaşarak derin bir uykuyla baş başa bırakıldık. Yaşanan katliamlar, tecavüze uğrayan kadınlar ve ölen çocuklar tüm bu vahşeti canlı yayınlarda içimiz dahi ürpermeden izledik. Amerika da yayın yapan CNN kanalı verdiği Suriye hususundaki haberlerde yönetimin katliamları diye, Amerikan haklına muhalif grupların yaptığı zulümler izletilmiş ve Esad yönetimi suçlanmıştır. Yaratılan bu çılgınca algı manipülasyonunun gerçek olmadığı ilerleyen zamanlarda ortaya çıkmış ve kanal yönetimi özür dilemek zorunda kalmıştır. Sadece savaşlarda benzer örneklere dikkat çekmek yanlıştır. Medyanın demokrasi kültürüne katacağı şeyler medya sahipleri yüzünden artık tükenmiş boyutlardadır. Bu durumu hayali bir örnekle açıklayalım. Dünyaca ünlü bir gazeteyi göz önüne alalım New York Times diyebiliriz, Bu gazetenin sahibi, aynı zamanda büyük bir petrol şirketinin de sahibi olsun ve Meksika körfezine akan petrolün yarattığı çevre felaketi hakkında bu gazete sizce nasıl bir tutum alabilir? Elbette patrondan bağımsız bir tutum geliştirmesini beklemek hayalcilik olacaktır. Yıllarca Türk medyası aynı sorunlarla baş başa bırakılmıştır. Demokrasinin gereği olarak programlara toplumun her kesimini temsil eden gruplar, etki alanın genişliğine ve darlığına bakılmaksızın medya önünde söz söyleme hakkına sahiptir. Ancak ülkemiz realitesine bakıldığında durum öyle değildir. Tartışma programlarında hep aynı yüzleri görmekte ve aynı konuları tartışmak zorunda bırakılmaktayız. Yıllarını medya patronlarına yaranmak için geçiren kişiler büyük medya duayenleri olarak sürekli bu kanallarda boy göstermektedirler. Türkiye gibi nüfusunun büyük bir bölümünü gençlerin oluşturduğu bir toplumda gençler halen yönetilen kesim tarafından tehlikeli görüldüğünden, medya alanından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Maalesef gelişmiş demokrasilerden öğrenemediğimiz gerçekliklerden birisi de bu konudur. Gençleri duymak istemeyen medya, müzik sektöründe de aynı cambazlığı yapmakta ve sadece popüler kültürün ışıltılı sanatçılarını topluma izlettirmekte ve yansıtmaktadır. Demokrasi bir şarkının radyolarda aylarca yatcaz ve kalkcaz şeklinde sürekli yinelenmesi değildir. Bu bireylere ve onların zevklerine yönelik olarak açık bir dayatmadır. Toplumda rolleri ve hakları olan siyasi gruplara, sivil toplum örgütlerine mikrofon uzatılmamak tadır. Bununla da yetinilmediği zamanlarda kısacası ifade etmek gerekir ise; bu gruplar seslerini duyurmaya başladığında sesleri uygun yöntemlerle kısılmakta ya da ülke gündemi bir anda değiştirilmektedir. Ülkemizde faaliyet yürüten sosyalist hareketler medya önünde kendilerine yer bulamamaktadırlar. Eşcinseller, küreselleşme karşıtları, çevreciler, etnik azınlıklar ve toplumda yaşan pek çok kesim medya tarafından göz ardı edilmektedir. Bazen bu gruplar yine ticari kaygılardan ötürü ekran karşısına çıkartılmakta ve reytingler bu şekilde yükseltilmeye çalışılmaktadır. Kendi sesini duyurmakta zorlanan bireyler demokrasiye olan inançlarını yitirmektedir. Bu durum büyük tehlikeleri beraberinde getirmektedir. Demokrasinin gereklerini yerine getirmeyen iktidarlar ve gezi olayları sırasında insanları göstermek yerine belgesel yayınlayan medya kuruluşları, şiddet sarmalını pekiştirmektedir. Ünlü edebiyatçılarımızdan Oya Baydar'ın da belirttiği gibi; insanların umutları tüketecekleri son limanlarıdır. Bir insanın geleceğe dair umutlarını çaldığınızda o kişiyi demokrasinin ve insan olmaya dair gerekliliklerinden uzaklaştırmış olursunuz. Sosyal medya bu açığı kapatma yolunda büyük adımlar atmış olsa da yeterli gözükmemektedir. Bilgi kirliliği haberlerde yaratılan dezenformasyonlar bu alanı da riskli kılmaktadır. Günümüz Türkiye'sinde medya artık tamamı ile patronların ve iktidarın güdümüne girmiş bulunmaktadır. Böylesi bir ortamda demokrasiden söz edilemez. 2002 Yılında türban yasaklarını ve yaratılan suni mağduriyetleri de kendi lehine devşirerek kullanan bir parti iktidara geldi. Medya tarafından topluma sürekli mazlum taraf olarak gösterilen iktidar, medya eliyle akla hayale gelmeyecek bir güç ile donatıldı. Askeri vesayet ve ileri demokrasi söylemleri insanların kafalarına kazınacak kadar tekrarlandı. Tekrar edilen söylemler topluma benimsetildi. İktidara muhalif olan sesler darbeci diye yaftalanarak susturuldu. Toplumun sol kesimi geri kafalı denilerek aşağılandı. Oysa demokrasinin gereği olarak bu kişiler ya da kurumlar dinlenmeli ve onların görüşleri alınmalıydı. Kamu yararı gereği böyle yapılması gerekmektedir. Bugün gelinen noktada demokrasi askıya alınmış sivil bir darbe gerçekleştirilmiştir. Anayasa adeta askıya alınarak umut bağlanan sosyal ortamlar da kapatılmıştır. Zaten seksenli yıllardan beri toplumun sesi kısılmış ve demokrasi ülkemizde askıda kalmıştır. Bu tehlikeli durumdan çıkmanın tek yolu demokrasi gerçeğine sıkı sıkıya sarılmakta yatmaktadır. Artık bize en aykırı gelen görüşlere dahi kulak vermek zorundayız. Medyanın ise ivedilikle prangalarını sökmemiz gerekmektedir. Aksi taktirde yeni gelen iktidarlar da bu aygıtı kendi lehlerine kullanmakta asla bir çekince görmeyeceklerdir. Medyanın, demokrasi için hayati bir önem taşıdığını asla unutmamamız gereklidir. Berkin Elvan olayı medyanın gayretleri sayesinde toplumda büyük yer bulmuştur. Aslında içinden çıkılamaz bir paradoksun yanı başındayız. Durum hem çok karanlık, hem de olağan üstü vahim görünmemektedir.
Modern toplumlarda demokrasi ve medya girift yapılardır. Yaşadığımız olaylarda bu tezi doğrulamaktadır. Medya doğru şekilde çalışmadan, demokrasinin kendi işleyişiyle hareket etmesi mümkün değildir. Birileri iktidarları denetlemelidir, denetlenmeyen iktidarlar demokrasiden uzaklaşarak otoriterlerşirler. Medyanın bu durumda aldığı konum toplum açısından hayati bir öneme sahiptir. Tablo korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Medya kararsızların aklına şöyle bir algı yerleştirmeyi başarmıştır. O algı; yok canım Türkiye böyle bir ülke olamaz algısıdır. Bu anlayış demokrasinin felce uğramasında iktidarla birlikte en büyük sorumluluğu üzerine almıştır. Bugün ülkemizdeki devlet televizyonu olan TRT kurumsal kimliğini bir kenara bırakmış, adeta hükümetin bir kanalı olma görevini üstlenmiştir. İngiltere de aynı uygulamaları yapmaya çalışan demir lady lakaplı başbakan Thacher toplum tarafından büyük tepkiyle karşılanmış ve geri adım atmak zorunda bırakılmıştır. Gazeteci ve yazar Hikmet Çetinkaya bu durumu şu şekilde özetlemektedir:' Neymiş demokrasi olgusu! Ulusal irade değil, siyasi idare! Laikliğin rafa kaldırılması isteniyor apaçık. Toplumsal kültür bir kıyıya itiliyor. Geriye kalan hoşgörü. Yutturmacalar AKP medyasında, TRT de...' (Besleme Medyanın Aslanları.Hikmet Çetinkaya.Sıkmabaş Demokrasisi.Sayfa:115). Kamusal hizmeti ve görevi olan bir medya kuruluşunun düştüğü bu durum ülke demokrasisi açısından nasıl bir vahamet içerisinde olduğumuzu göstermektedir.
                                                   SONUÇ
Özetlemek gerekirse; geldiğimiz noktada insanlık adına demokrasinin halen çok gerisinde kalmaktayız. Bu hususta medyanın büyük sorumluluklar taşıdığını yadsıyamayız. Çözüm olarak belirteceğimiz noktalar gerçekleşmesi zor ve uçuk hayaller değildir. Bu çözümlerin gerçekleşebilmesi için sadece ülke yönetiminde söz sahibi olan kişilerin demokrasi kavramını içselleştirmesi yeterli olacaktır. Medya, patronlar sultasının elinden kurtarılmalı, iktidarla olan ilişkilerden acilen arındırılmalıdır. Yasama-yürütme-yargı ve medya kuvvetler ayrılığı sağlamlaştırılmalıdır. Bu denklemin yerini alan medya-devlet ve sermeye üçlü sacayağı derhal bozulmalıdır. Aksi taktirde ne medya ne de demokrasi içerisine girdiği krizden çıkmayacak ve bu kriz derinleşmeye devam edecektir.

KAYNAKLAR: Aydınlanmanın diyalektiği.THEODOR W.ADORNO-MAX HORKJEIMER (Kabalcı yayın evi.birinci basım mayıs 2010), Medyanın besleme aslanları.HİKMET ÇETİNKAYA.(Cumhuriyet kitapları birinci baskı nisan 2009), İletişim-kuramlar-yaklaşımlar. NAZİFE GÜNGÖR.(Siyasal kitapevi şubat 2011), Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (3 Eylül 1791).



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SAVAŞ VE BARIŞ

Doç. Dr. İlker Belek “ Kısa vadede Amerika, Avrupa Birliği, NATO, Çin, Rusya ve İran bloklarının bir üçüncü dünya savaşına cesaret edebileceklerini düşünmüyorum” Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı  Ana bilim  Dalı Uzmanı; İlker Belek ile bölgemizde yaşanan sıcak gelişmeleri ve yeni bir dünya savaşının gerçekleşebilme ihtimaline ne kadar yakın olduğumuzu konuştuk.  İlker Belek, toplumsal konulara ilişkin duyarlılığıyla ve sol haber portalında kaleme aldığı yazılarla siyasi gelişmelere sessiz kalmayan ender akademisyenlerden. Dünyanın yaşadığı derin ekonomik krizlerin ve Sovyetler Birliğinin çözülmesi ile birlikte insanlığın problemlerinin katlanarak arttığına vurgu yapan Belek, bu krizden çıkabilmenin tek yolunun ekonomik alanda yapılacak olan köklü değişiklikler olduğunun söyledi. Son yıllarda dünyadaki gelişmelere bakarak üçüncü dünya savaşının eşiğinde olduğumuz hakkındaki değerlendirmelere ilişkin düşünceleriniz nelerdir? Bu soruyu birkaç başlığa ay

EROS VE UYGARLIK

Modern dünya; hepimizin yaşadığı, elektronik ağlarla çevrili ve bir bölümü tamamı ile çöplüğe dönmüş olan uygar gezegenimize verdiğimiz bir ad. Yaşadığımız hayat, buharlı makinelerin ardından insanlığın kendi yarattığı metaların kontrolüne girdiği, duygu dünyasının, düşünce ve akıl eksenin büyük oranda ters düz olduğu muazzam bir yapay zeka medeniyeti. Korkmayın bu yazı bir filmin senaryosundan ya da hazırlanmakta olan bir belgeselden alınmamıştır. İdeoloji; kimine göre korkutucu, kimine göre var olduğu yaşama yönelik olarak geliştirdiği düşünüş biçimi ve bazı sığ düşünürlere göre ideoloji komünizm anlamına gelmektedir. Küçük bir not; yaşadığımız yüzyılda herkes kendisini önemli bir düşünür sanmaktadır. İdeoloji; çevremizde bulunan her an ve her dakika gördüğümüz ve yaşadığımız sistemin aslında ta kendisidir. Reklam panoları, büyük alışveriş merkezleri, toplu taşıma araçları, yazılı ve görsel medyada yer alan mesajlar özetle zihnimize aktarılan her çeşit bilgi ideolojidir. Birey,