Demokrasi insanlık tarihinin en eski kavramlarındandır.
Antik yunan dönemine kadar uzanan bu macera inişli, çıkışlı birçok dönemden geçmiştir.
Dönemi demokrasinin bebeklik çağı olarak nitelemek yanlış olmayacaktır. Yunan
toplumda yaşayan aristokratlar ve filozoflar yarattıkları demokrasi kavramının
nimetlerinden faydalanan ilk kişilerdi. Hatta bu dönemlerde Platonun yazmış
olduğu devlet kitabında ideal bir yönetimin nasıl olması gerektiği şekillendirilmiştir.
Toplum hakkında kritik kararları alma ve oylama yetkisinin tamamı ile
filozoflara verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Roma cumhuriyeti de aynı
yönetim anlayışından etkilenmiş ve kendi demokrasi anlayışını inşa etmiştir.
Tüm bu tarihsel sürece bakarak, modern anlamda bir demokrasi düşüncesine
kapılmamamız gerekmektedir. Zira kadınların kurulan bu ilkel demokrasi
biçimlerinde söz hakları asla olmamıştır. Demokrasi kavramı; bir kılıca benzetilmiştir.
Demoklesin kılıcı hükümdarın tepesinde sallanmakta ve onu denetlemektedir.
Demokrasinin işlevselliği bugün dahi sorgulanır durumdadır.
Modern anlamda demokrasi; 1789 Fransız devrimi
sürecinde yükseliş göstermiştir. Avrupa da aydınlanma ve devrimler çağında
günümüz dünyasını oluşturan ilkeler belirlenmiştir. Fransız İnsan ve Yurttaş
Hakları Bildirgesi 3 Eylül 1791 yılında ortaya çıkmıştır. Bu bildirinin ilk
maddesi şu şekildedir; 'Madde1: İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit
doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir.'
Feodalitenin etkisi azaldıkça, Avrupa siyasi tarihinde yeni bir güç olarak
Burjuvazi yükselmeye başlamıştır. Aydınlanma dönemi skolastik düşüncenin yerini
rasyonel düşünceye bırakmasının da tarihidir. Bu süreçte medya kapitalizmle
başat olarak bir atılım gerçekleştirmiştir. Gazetelerin toplumsal önemi artmıştır.
Medya demokrasinin vazgeçilmez ayağı olmaya başlıyordu artık. Sanayi inkılabı
ve buharlı makinelerin ortaya çıkışı kapitalist ekonominin büyük bir ivme
kazanmasına yol açmıştır. Medya bu evrede hem emekçi yığınları, hem de burjuva
sınıfı için hayati bir öneme sahiptir. Yönetenler açısından ülkeyi diledikleri
gibi yönlendirebilmeleri için medya önemliydi. Emekçiler açısından ise; medya
kamu gözcülüğü görevini yürütmek ile mükellef olduğu için hayati bir öneme sahiptir.
Demokrasinin modern dünyada gelişimi ile birlikte kuvvetler ayrılığı ilkesi
toplum yaşamında etkisini göstermeye başlamıştır. Bu kuvvetler; yasama, yürütme
ve yargı olarak şekillenmiştir. Daha sonra bu üç kuvvetin yanına bir kuvvet
daha eklenmiştir o kuvvetin adı medyadır. Medya, iktidarları toplum adına
gözetler ve yaşananları gerçekçi biçimde halkın önüne sunmakla yükümlüdür.
Sistemin gelişimi ile birlikte medya da değişik kollara ayrıldı. Toplumsal
sorunlara eğilen gazeteler, fikir gazeteleri olarak nitelendirilirken. Tecimsel
kaygılar doğrultusunda çıkan ve toplumu ilgilendiren sorunlardan uzak bir
yayımcılık anlayışı sergileyen bulvar gazeteleri ortaya çıkmıştır.
19.ve 20.Yüzyıllarda Medyanın işlevsel yönü daha
fazla ön plana çıkmıştır. Birinci dünya savaşı yıllarında medya ülkeler bazında
bölünmüştür. Gazeteler olaylara bulundukları ülkelerin perspektifinden bakmıştır.
Barış yanlısı gazeteler ise demokrasi, ilkelerinin tersine sesleri kısılmış ya
da göz ardı edilmiş ve baskı altına alınmıştır. Medyanın gelişimine, aynı
zamanda bir demokrasi savaşımı demek bu anlamda yanlış olmayacaktır. Görsel
medyanın yani televizyonun ortada olmadığı dönemler de gazeteler kitleleri
yönlendirme işlevini büyük oranda üstleniyorlardı. Bilimsel olarak İleşim'in
önem kazandığı dönem 20.yüzyıldır. Çalışmalar ilk olarak ABD'de başlamıştır.
İletişimin bir disiplin olarak bilim dünyasının gündemine girmesi ile birlikte
medyanın önemi giderek artmıştır. Gazeteler ilk olarak seçkin bir çevre için
yayımlanır ve ekonomi ağırlıklı haberleri okuyucularına ulaştırırlardı. Ancak
ilerleyen süreçte gazeteler seçkinlerin hakimiyetinden çıkıp, kitlelerin okuyup
satın aldıkları bir araç haline gelmişlerdir. Türkiye de ilk gazete sahipleri,
bizzat o işi yapan gazetecilerden oluşmaktaydı. Medya kamusal sorumluluğu da
sırtlanmış, halka gerçekleri aktarabilmek adına hayati bir rol üstlenmiştir.
Yönetilenler açısından medya; kendilerini yöneten insanları denetleyen,
gözetleyen bir araçtır. Medya kavramı günümüz dünyasına uygun bir jargondur.
Dönemsel olarak gazeteler, aslında temel olarak medyanın doğumu da sancılı
süreçlerden geçmiştir. Avrupa da dahil 19.ve 20.yüzyıllarda pek çok gazete
görüşlerinden ötürü kapatılmıştır. Çarlık Rusya'sında çıkan muhalif gazete
Iskra (kıvılcım) gazetesi, büyük baskılara maruz kalmış ve insanların bu
gazeteyi satın alıp okumaları engellenmeye çalışılmıştır. Sadece monarşinin
olduğu Rusya da değil, Avrupa'nın pek çok ülkesinde medya; doğum evresinde
yöneten sınıf tarafından büyük baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Demokrasinin
temel gereklilikleri askıya alınmış; Fransız devrimi ile başlayan devrimci
atılımlar hız kesmiştir. Eşitlik-Özgürlük ve kardeşlik sloganıyla yola çıkan
köylü, işçi ve burjuvazi (kent soylu) kendi iktidarını oluşturduğu anda bütün
devrimci söylemden uzaklaşmıştır. Köyler boşalır, kentlerde yoğunluk artarken
insanların habere olan açlığı da o oranda artmıştır. Birinci paylaşım savaşı
sonucu çıkan adaletsizlikler kalıcı barışı sağlamayı imkansız kılmıştır.
Almanya savaştan ağır bir yenilgi almış, alman halkı yaşadıkları olağan üstü
zorlukları kine ve nefrete dönüşmüştür. Bunun bir sonucu olarak Hitler iktidara
gelmiş ve ilk iş olarak ülkede ki tüm muhalif sesleri susturmuştur. İletişim
üzerine eleştirel görüşleri ile öne çıkan Frankfurt okulu düşünürleri
Amerika'ya kaçarak faşizmin elinden kurtulmuşlardır. Demokrasi büyük acılar
pahasına askıya alınmıştır. Frankfurt Okulu bu süreçte iletişim üzerine
çalışmalar yürütmüş diktatörlükler üzerine araştırmalar yapmış ve dünyanın
sürüklendiği felakete ışık tutmuştur. Amerika da gördükleri karşısında Okul
düşünürlerinden THEDOR W.ADORNO ve MAX HORKHEIMER kültür endüstrisi kuramını
geliştirmişlerdir. Bu iki düşünür medyanın ve kültür endüstrisinin topluma etkilerini
araştırmışlardır. Adorno ve Horkheımer'a göre: 'iktisadi üretkenliğin artışı
bir yandan adil bir dünya için gereken koşulları yaratırken, öte yandan teknik
aygıta ve onun kontrolünü elinde tutan sosyal gruplara nüfusun geri kalanı
üzerinde ölçüsüz bir üstünlük sağlamaktadır.' (aydınlanmanın diyalektiği:
sayfa:14) Demokrasinin basit bir şekilde insanlara verilmiş bir hak olmadığı
açıkça ortadadır. Günümüzde kamu gözcülüğü görevini yaptığını düşündüğümüz
medyanın maskesini yine aynı okulun bu iki büyük düşünürü yırtmaktadır. ' O
kültür metası haline getirildiği ve tüketim amacıyla insanlara teslim edildiği
noktada eriyip gitmek zorundadır. Kesin bilgilerin ve allanıp pullanmış
eğlencelerin selinde insanlar bir yandan akıllanırken diğer yandan aptallaşmaktalar.'
( Aydınlanmanın Diyalektiği.Adorno-Horkheımer sayfa:14-15) Medya toplumsal
rolünden endüstriyel bir hale geldikçe uzaklaşmıştır. Topluma gerçekleri
yansıtmak bir yana toplumdan gerçekleri kaçıran, iktidarı elinde
bulunduranların elinde bir silah haline gelen korkutucu bir yapıya dönüşmüştür.
Demokrasi gizil bir biçimde kitlelerin elinden alınıp, seçkinlerin elinde
bulunan bir oyuncağa dönüşmüştür. Bu oyuncağın korkutucu sonuçlarını insanlık
faşizmi yaşayarak görmüş ve öğrenmiştir.
MEDYANIN
VE DEMOKRASİNİN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU:
Günümüz sürecine gelmeden önce yaşadığımız
sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olan politikaları hassasiyetle irdelememiz
gerekmektedir. Türkiye medyası zorlu dönemlerden geçmiştir. Çoğu gazeteci kamu
gözcülüğü yapmanın bedelini canıyla ödemiştir. Darbe dönemleri ise medyanın ve
demokrasinin can çekiştiği, ceberut yönetimin toplumu hizaya soktuğu vahim
dönemlerdir. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi Türkiye de kapanmamak üzere derin
yaralar açmıştır. Darbeye kadar gelen süreçte Medya tekelleşme sürecine girmiş,
gazeteler artık iş adamlarının ve holdinglerin yönetimine geçmeye başlamıştır.
Dünya da ise Neo liberalizmin şahlandığı dönemlere denk gelmektedir. 'Bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler' anlayışı ülke siyasetinde etkin bir rol alacaktı.
Abdi ipekçi basın tarihinde önemli bir gazetecilik başarısı göstererek; Şili’de
halk tarafından seçilerek göreve getirilen Şili devlet başkanı Allende ile
röportaj yapmıştır. Bu iki aktörün ölüm sebepleri dünya demokrasi tarihin de
kara bir leke olarak kalmıştır. Abdi İpekçi suikast'e kurban giderken. Şili de
yapılan kanlı darbe sonucu Allende yaşamını yitirmiştir. Türkiye de yaşanan
huzursuzluk döneminin popüler tabiri ile hatta günümüze kadar dilimize yerleşen
şekliyle sağ ve sol çatışması ülkede yapılacak olan darbenin zeminini
hazırlamıştır. Darbenin gerçekleşmesi sonucunda halka bir kaç beden büyük gelen
özgürlükçü anayasa askıya alınmış, medya darbecilerin kontrolüne geçmiştir.
Özetle yaşananlar ülkemizin kısa bir demokrasi deneyiminden sonra tekrar dizayn
edilmek üzere demokrasinin askıya alınmasından başka bir şeyi ifade
etmemektedir. Darbeden sonraki süreçte ise Neo liberal politikalar hızla hayata
geçirilmiş, medya da tekelleşme süreci hızlandırılmış ve tamamlanmaya
çalışılmıştır. Dolayısıyla da sermaye piyasasında ticari kapitalizmin
kurallarıyla iş yapan patronların basına el atmaları Türk basın tarihi
açısından yeni bir dönemin başlaması demektir. Göreceli de olsa kamu hizmeti
anlayışı çerçevesinde işlerlik gösteren basının yerini, ticari kapitalizmin
piyasa kurallarına göre işlerlik gösteren medya alıyordu.'
(İletişim-Kuramlar-Yaklaşımlar. Nazife Güngör.sayfa:145) Esasen anlatılmak
istenen durum, medyanın kapitalistlerin elinde büyük bir çürümeye uğradığıdır.
Medyanın bağımsız, olmadığı toplumlarda insanlar kendilerini yalnız
hissedeceklerdir ve o toplumlarda demokrasi anlayışından söz etmek hayalcilik
olacaktır. Yöneten sınıfın elindeki oyuncak olma rolünden öteye gidemeyen
medya, kitleleri uyutmakla da mükelleftir. Bireylerin olaylar karşısında
tepkisizleştirilmesi ya da yaşanan durumun ardındaki gerçeği perdeleyen bu
küçük ama tehlikeli illüzyonistin işidir. Kültürler; büyük devletlerin
yarattığı dev kültür endüstrisi içerisinde yozlaşmakta ve yok olmaktadır.
Dünyada ortaya çıkan kola ve hamburger çılgınlığının medya ayağı olmadan
gerçekleşmesi ve toplumlara empoze edilmesi mümkün değildir. Kamu yararını
gözetmesi gereken kuruluşlar sigara gerçeğinde olduğu gibi bu ürünlerin dünyaya
yayılmasını sorgulamamış hatta desteklemişlerdir. Bireyler yeme
alışkanlıklarını değiştirdikten yıllar sonra hamburger ve kolanın zararları
üzerine bir çok gazetede yazılar yayımlanmakta, televizyonlarda ise bunlara
yönelik olarak çarpıcı yayınlar gerçekleştirilmektedir. Kapitalist için artık
bu yayınların önemi yoktur. Çünkü insanların yemek yeme alışkanlıkları artık
değişmiştir ve tanıdıkları bu ucuz, lezzetli ama bir o kadarda zararlı besinden
vazgeçemeyecek hale getirilmiş durumdadırlar. Yerellik yerini global anlayışa
bıraktıkça, demokrasi kültürü ağır yaralar almaktadır. Medya bu yaraları açan
en büyük silah konumundadır. Tek sesli bir dünya yaratılmak istenmektedir.
Dünya üzerinde enformasyonu tekelinde bulunduran ajanslar bölgelerde yaşanan
olayları, gelişmiş ülkelerin perspektifinden dünyaya sunmaktadır. Rekabet
alanının daraltılması ve yok edilmesi alternatif medyayı boğmaktadır. Bilgiyi
üreten toplumlar, tüketen toplumları yönetmeye başlamış durumdadır. Son
yıllarda yaşanan Suriye iç savaşı bunun en açık örneğidir. Arap baharı diye
yutturulan demokrasi masalları ile uyutulan, biz global köy ve sakinleri
gerçeklerden uzaklaşarak derin bir uykuyla baş başa bırakıldık. Yaşanan
katliamlar, tecavüze uğrayan kadınlar ve ölen çocuklar tüm bu vahşeti canlı
yayınlarda içimiz dahi ürpermeden izledik. Amerika da yayın yapan CNN kanalı
verdiği Suriye hususundaki haberlerde yönetimin katliamları diye, Amerikan
haklına muhalif grupların yaptığı zulümler izletilmiş ve Esad yönetimi
suçlanmıştır. Yaratılan bu çılgınca algı manipülasyonunun gerçek olmadığı
ilerleyen zamanlarda ortaya çıkmış ve kanal yönetimi özür dilemek zorunda
kalmıştır. Sadece savaşlarda benzer örneklere dikkat çekmek yanlıştır. Medyanın
demokrasi kültürüne katacağı şeyler medya sahipleri yüzünden artık tükenmiş
boyutlardadır. Bu durumu hayali bir örnekle açıklayalım. Dünyaca ünlü bir gazeteyi
göz önüne alalım New York Times diyebiliriz, Bu gazetenin sahibi, aynı zamanda
büyük bir petrol şirketinin de sahibi olsun ve Meksika körfezine akan petrolün
yarattığı çevre felaketi hakkında bu gazete sizce nasıl bir tutum alabilir?
Elbette patrondan bağımsız bir tutum geliştirmesini beklemek hayalcilik
olacaktır. Yıllarca Türk medyası aynı sorunlarla baş başa bırakılmıştır.
Demokrasinin gereği olarak programlara toplumun her kesimini temsil eden
gruplar, etki alanın genişliğine ve darlığına bakılmaksızın medya önünde söz
söyleme hakkına sahiptir. Ancak ülkemiz realitesine bakıldığında durum öyle
değildir. Tartışma programlarında hep aynı yüzleri görmekte ve aynı konuları
tartışmak zorunda bırakılmaktayız. Yıllarını medya patronlarına yaranmak için
geçiren kişiler büyük medya duayenleri olarak sürekli bu kanallarda boy
göstermektedirler. Türkiye gibi nüfusunun büyük bir bölümünü gençlerin
oluşturduğu bir toplumda gençler halen yönetilen kesim tarafından tehlikeli
görüldüğünden, medya alanından uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Maalesef
gelişmiş demokrasilerden öğrenemediğimiz gerçekliklerden birisi de bu konudur.
Gençleri duymak istemeyen medya, müzik sektöründe de aynı cambazlığı yapmakta
ve sadece popüler kültürün ışıltılı sanatçılarını topluma izlettirmekte ve
yansıtmaktadır. Demokrasi bir şarkının radyolarda aylarca yatcaz ve kalkcaz
şeklinde sürekli yinelenmesi değildir. Bu bireylere ve onların zevklerine
yönelik olarak açık bir dayatmadır. Toplumda rolleri ve hakları olan siyasi
gruplara, sivil toplum örgütlerine mikrofon uzatılmamak tadır. Bununla da
yetinilmediği zamanlarda kısacası ifade etmek gerekir ise; bu gruplar seslerini
duyurmaya başladığında sesleri uygun yöntemlerle kısılmakta ya da ülke gündemi
bir anda değiştirilmektedir. Ülkemizde faaliyet yürüten sosyalist hareketler
medya önünde kendilerine yer bulamamaktadırlar. Eşcinseller, küreselleşme
karşıtları, çevreciler, etnik azınlıklar ve toplumda yaşan pek çok kesim medya
tarafından göz ardı edilmektedir. Bazen bu gruplar yine ticari kaygılardan
ötürü ekran karşısına çıkartılmakta ve reytingler bu şekilde yükseltilmeye
çalışılmaktadır. Kendi sesini duyurmakta zorlanan bireyler demokrasiye olan
inançlarını yitirmektedir. Bu durum büyük tehlikeleri beraberinde getirmektedir.
Demokrasinin gereklerini yerine getirmeyen iktidarlar ve gezi olayları
sırasında insanları göstermek yerine belgesel yayınlayan medya kuruluşları,
şiddet sarmalını pekiştirmektedir. Ünlü edebiyatçılarımızdan Oya Baydar'ın da
belirttiği gibi; insanların umutları tüketecekleri son limanlarıdır. Bir
insanın geleceğe dair umutlarını çaldığınızda o kişiyi demokrasinin ve insan
olmaya dair gerekliliklerinden uzaklaştırmış olursunuz. Sosyal medya bu açığı
kapatma yolunda büyük adımlar atmış olsa da yeterli gözükmemektedir. Bilgi
kirliliği haberlerde yaratılan dezenformasyonlar bu alanı da riskli
kılmaktadır. Günümüz Türkiye'sinde medya artık tamamı ile patronların ve
iktidarın güdümüne girmiş bulunmaktadır. Böylesi bir ortamda demokrasiden söz
edilemez. 2002 Yılında türban yasaklarını ve yaratılan suni mağduriyetleri de
kendi lehine devşirerek kullanan bir parti iktidara geldi. Medya tarafından
topluma sürekli mazlum taraf olarak gösterilen iktidar, medya eliyle akla
hayale gelmeyecek bir güç ile donatıldı. Askeri vesayet ve ileri demokrasi
söylemleri insanların kafalarına kazınacak kadar tekrarlandı. Tekrar edilen
söylemler topluma benimsetildi. İktidara muhalif olan sesler darbeci diye
yaftalanarak susturuldu. Toplumun sol kesimi geri kafalı denilerek aşağılandı.
Oysa demokrasinin gereği olarak bu kişiler ya da kurumlar dinlenmeli ve onların
görüşleri alınmalıydı. Kamu yararı gereği böyle yapılması gerekmektedir. Bugün
gelinen noktada demokrasi askıya alınmış sivil bir darbe gerçekleştirilmiştir.
Anayasa adeta askıya alınarak umut bağlanan sosyal ortamlar da kapatılmıştır.
Zaten seksenli yıllardan beri toplumun sesi kısılmış ve demokrasi ülkemizde
askıda kalmıştır. Bu tehlikeli durumdan çıkmanın tek yolu demokrasi gerçeğine
sıkı sıkıya sarılmakta yatmaktadır. Artık bize en aykırı gelen görüşlere dahi
kulak vermek zorundayız. Medyanın ise ivedilikle prangalarını sökmemiz
gerekmektedir. Aksi taktirde yeni gelen iktidarlar da bu aygıtı kendi lehlerine
kullanmakta asla bir çekince görmeyeceklerdir. Medyanın, demokrasi için hayati
bir önem taşıdığını asla unutmamamız gereklidir. Berkin Elvan olayı medyanın
gayretleri sayesinde toplumda büyük yer bulmuştur. Aslında içinden çıkılamaz
bir paradoksun yanı başındayız. Durum hem çok karanlık, hem de olağan üstü vahim
görünmemektedir.
Modern toplumlarda demokrasi ve medya girift
yapılardır. Yaşadığımız olaylarda bu tezi doğrulamaktadır. Medya doğru şekilde
çalışmadan, demokrasinin kendi işleyişiyle hareket etmesi mümkün değildir.
Birileri iktidarları denetlemelidir, denetlenmeyen iktidarlar demokrasiden
uzaklaşarak otoriterlerşirler. Medyanın bu durumda aldığı konum toplum
açısından hayati bir öneme sahiptir. Tablo korkutucu boyutlara ulaşmıştır.
Medya kararsızların aklına şöyle bir algı yerleştirmeyi başarmıştır. O algı;
yok canım Türkiye böyle bir ülke olamaz algısıdır. Bu anlayış demokrasinin
felce uğramasında iktidarla birlikte en büyük sorumluluğu üzerine almıştır.
Bugün ülkemizdeki devlet televizyonu olan TRT kurumsal kimliğini bir kenara
bırakmış, adeta hükümetin bir kanalı olma görevini üstlenmiştir. İngiltere de
aynı uygulamaları yapmaya çalışan demir lady lakaplı başbakan Thacher toplum
tarafından büyük tepkiyle karşılanmış ve geri adım atmak zorunda bırakılmıştır.
Gazeteci ve yazar Hikmet Çetinkaya bu durumu şu şekilde özetlemektedir:' Neymiş
demokrasi olgusu! Ulusal irade değil, siyasi idare! Laikliğin rafa kaldırılması
isteniyor apaçık. Toplumsal kültür bir kıyıya itiliyor. Geriye kalan hoşgörü.
Yutturmacalar AKP medyasında, TRT de...' (Besleme Medyanın Aslanları.Hikmet
Çetinkaya.Sıkmabaş Demokrasisi.Sayfa:115). Kamusal hizmeti ve görevi olan bir
medya kuruluşunun düştüğü bu durum ülke demokrasisi açısından nasıl bir vahamet
içerisinde olduğumuzu göstermektedir.
SONUÇ
Özetlemek gerekirse; geldiğimiz noktada insanlık
adına demokrasinin halen çok gerisinde kalmaktayız. Bu hususta medyanın büyük
sorumluluklar taşıdığını yadsıyamayız. Çözüm olarak belirteceğimiz noktalar
gerçekleşmesi zor ve uçuk hayaller değildir. Bu çözümlerin gerçekleşebilmesi
için sadece ülke yönetiminde söz sahibi olan kişilerin demokrasi kavramını
içselleştirmesi yeterli olacaktır. Medya, patronlar sultasının elinden
kurtarılmalı, iktidarla olan ilişkilerden acilen arındırılmalıdır. Yasama-yürütme-yargı
ve medya kuvvetler ayrılığı sağlamlaştırılmalıdır. Bu denklemin yerini alan
medya-devlet ve sermeye üçlü sacayağı derhal bozulmalıdır. Aksi taktirde ne
medya ne de demokrasi içerisine girdiği krizden çıkmayacak ve bu kriz
derinleşmeye devam edecektir.
KAYNAKLAR: Aydınlanmanın
diyalektiği.THEODOR W.ADORNO-MAX HORKJEIMER (Kabalcı yayın evi.birinci basım
mayıs 2010), Medyanın besleme aslanları.HİKMET ÇETİNKAYA.(Cumhuriyet kitapları
birinci baskı nisan 2009), İletişim-kuramlar-yaklaşımlar. NAZİFE GÜNGÖR.(Siyasal
kitapevi şubat 2011), Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (3 Eylül
1791).
Yorumlar
Yorum Gönder