Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SAVAŞA KARŞI YAŞAMAK

İnsan olmak nedir? Soru hepimize sert gelebilecek kapasitededir. İnsan olmak; herkese göre değişebilir. Göreceli kavramlar dünyasında yaşıyoruz artık. Yazdığım cümlede size göreceli gelebilir. Diğer yandan gözlerimizi bağlayıp, ceplerimize girecek olan üç kuruşun kaygısı ile her denilene inandığımız bir çağdayız aynı zamanda. Kitap okumak sancılı bir süreçtir. Bu sancının boyutları da elbette ki kişiden kişiye göre değişecektir. Sessiz bir ortam arayışı klişe ve bilinen bir şeydir. Yüksek katlı bir apartmanda ve çok çocuklu ailelerin yaşadığı bir sitede, sessizlik emin olun paha biçilemez bir lükstür. Otobüslerde ya da toplu taşımada gamsız bir biçimde kitap okuyan insanlara hep hayranlık duymuşumdur. Belki de öldürücü bir kıskançlık. Ancak onlarda bilmeliler ki bu şehrin gürültüsünden kaçmak imkansız. Sayfaları anlamadan çevirmek, iyi bir okur için savaşın kaybedildiği anlamına gelmektedir. Sen sayfaları çevirirsin, bebek kendini yırtarcasına ağlar. Sinirlerin gerilir, eve gelen

ÖLÜMÜN KOKUSU

Kırmızı bir araba duruyor küçük çocuğun önünde. Kapıya doğru uzatıyor ellerini. Egzoz kokusu sarhoş ediyor sokaktan geçenleri. Kaldırımları siyaha boyuyor arabaların dumanı. Bir şehir neden sizce hep siyahtır? Pencerenin hemen dışında geride kalıyor yaşlı bir adam. Radyoda pek bilinmeyen bir şarkı pop sanki; cıstak cıstak ediyor yaylandıkça koltuklar. Yabancı bir adam sürüyor arabayı, sağ koltukta ise bir kadın gözleri yaşlı. Korkutucu bir sessizlik! bugün neden doğmak ister insan. Bir çocuk neden hep arabanın arkasından bakar. Kaçırmamak için düşleri, geride kalanları unutmamak için, her defasında döner ve bakar arkasına. Gidilecek yere varıldığında açılan sadece bir kapıdır. Dünya neden böylesine büyük, şu inşatta çalışan adamın elleri kocaman, yan fırından sıcak ekmek kokusu burnuma işlerken canımın ne çektiğini bilmiyorum. Kırmızı ayakkabılarımı bağlıyorum daha dün öğrendim ayakkabı bağlayabilmeyi. Defalarca kurdele atıyorum tekrar tekrar bağlıyorum her defasında hiç s

NEDEN PİYANO?

1977 Kışı, aylardan şubat. Antalya fırtınalı ve korkutucu şimşek gürültüleri ile sarsıldığı bir gecenin ardından sakin, güneşli bir kış sabahına uyanıyordu. Mehmet yatağının içinde gerinerek uyandı. Annesinin mutfakta çıkardığı gürültüden rahatsızdı. Köyden göçeli daha altı ay olmamıştı. Sıdıka hanım şehir yaşamının koşullarına kafa tutan cefakâr bir Yörük kadınıydı. Bakkaldan alınan ekmeğe, sofrada süremediği tereyağına bir de geride bıraktığı komşularına hasretti. Şehirli kadınların saçları, boyalı tırnakları ona hep uzaklığı ve yalnızlığı anımsatıyordu. Belki de kocasının aklını  çekebileceklerini  düşündüğünden düşman belliyordu bu kadınları. Sıdıka kadın Güllü şalvarından, başına bağladığı işlemeli örtüden vazgeçemezdi. Ülke siyaseti o dönemlerde oldukça karışıktı. Soğuk savaşın etkisi; Sovyetler birliğinin varlığı, altmış bir anayasasının sağladığı görece özgürlük ortamı, işçi sendikalarını geliştirmiş sol muhalefeti yükseltmişti.  77 Kışında göçebe ve yoksul bir Yörük

PATİKLERİMLE BAŞ BAŞA

Karanlık bir köşede elimde arkadaşımın verdiği kalem ve defterim, avuçlarımın arasında. Karalıyorum yarım kalan hatıraların yalnız düşlerini not ederken; yine sıradan bir gün ve ben. Sahi bebek arabasında otururken ağzımdan emziğimi kapıp beni korkutan o maymun nerelerde acaba? Böyle enteresan sorular da zaten hep benim aklıma gelir. Beş ya da altı , hani o küçük parmaklarla dördü  üç diye gösterdiğimiz dönemlerde. Kreşin bir hayvanat bahçesi gezisinde, çocukluk aşkımın elinden tutup timsahlara simit atarken, onun saçlarına da bulaştırıyorum parmaklarımdaki küçük susamları. Ama o gün en çok aslanların kafesini deli gibi merak eden ben, aslanları görür görmez kafeslerine doğru çılgınca koşarken bir yandan bulutları midilliye ya da bir balığa benzetiyorum. Kafesteki dişi aslan bana bakıp şaşırıyordu buna eminim; çünkü demirlere yapışmış kükrüyordum. Dişi aslan karşılık verip bana doğru kükreyerek geldiğinde kendimi öğretmenimin bacaklarında ağlarken buluyorum. Gözyaşlarını emmeyi seven

HİÇ KİMSE İÇİN YAZILDI

Yüz yıllardır yaşar insan. Okuduğu kitapların toplamıdır hayatı. Okudukça büyütür mutsuzluğu. Kadın olarak ya da erkek olarak gelmiştir dünyaya.  Hangi tarafta olmak caziptir bilinmez, kah erkek, kah kadın olmak iyidir. Birde hep ikisi olmak isteyenler vardır. Onlar çaresiz karmaşıklardır. Mafya filmini andırıyor bizim buralarda yaşamak. Masaya bırakmalısın silahlarını, yenmek için karşı tarafı. Zevki sefa için. Pek tabi parayla dönüyor bu çaresiz dünya. Sesler yükseliyor, silahlar kuşanılıyor mutsuzlar ordusu; adının önemi yok terör deyiver her şeyin bir nedeni var nasılsa? Duygu Katliamına Doğru… Çevresi dikenli tellerle sarılı adım atsa kollarına ya da yüzüne batacak. Düşünen adamlar sessiz. Mekanik ilişkilerin evreninde duygulara asla yer yok. Şiir bilmeyen, Edebiyat öğrencisi gibisin. Edip Cansever’i sevmeyen şair gibi cahil, Turgut Uyar kim diyebilecek kadar küstah bir kadın kadar yoksun ruhun. Batan dikenlerin acısını hissedemeyecek kadar afyonlu bugünün bedenleri. Kehr

ACININ SICAKLIĞI KAÇ DERECEDİR?

Kırmızı kapının hemen ardındayım. Kendimce saklanıyorum diğer renklerden. Yavru bir kediye benziyorum sanki uzaktan bakıldığında. Birkaç adım atıyorum ahşap parkeler gıcırdıyor, karşımda tanımadığım bir sürü renkte balık, aklımla sanki akvaryumdayım. Dürüst bir fahişenin omuzlarıma dokunması gibi japon balığı Abbas'ın bakışları. Sonra birden yokluyorum sol gömlek cebimi anlıyorum ki sigarasız kalmışım. Sözde bağımlılardanım, hayatımda öyle değil mi zaten? Sözde aşklar, sözde bedenler, kimsesiz yataklardayım. Belim ağrımış bu yatak ortopedik değilmiş. Kokusu sinmiş tenime, kusuyorum tanımadığım lavabonun utangaçlığına kusuyorum. Aslında size küçük bir sır vereyim ben asla kusmam. Aslına bakarsan kustuğum içimdeki 7 cüceler ve pamuk prenses korkunç çığlıklar atarak yuvarlanıyorlar lavabonun içinden. Açıldı kırmızı kapı, kalbim yerinden çıkacak gibi aşık mıyım nedir? Kaç zamandır heyecandan çişim gelmiyor bir kadını gördüğümde. Usulca atıyorum yorgun bedenimi soğuk havaya, üş

12 Yıllık Esaret- (12 Years a slave)

Yaşadığımız sürecin yoğunluğu azaltılmış bir savaş hali olduğunu belirtmekte fayda var. Aslında toplum olarak bir yok oluş evresine girmiş bulunmaktayız. Dili, kültürü ve yaşam şekli kendine ait olmayan deneysel bir halk karması ile karşı karşıyayız. Orta doğu halklarının yaşadıkları karışıklıklara benzeyen yönleri var. Ancak var olan durumun kendine has bazı paradoksları olduğunu unutmamak gerekir. Öncelikle yeni gelen kuşak işgal ve esaret ne demektir bu kavramları bilmemektedir. Öyle destansı mücadeleler vererek kazanmamıştır haklarını. Kendi aralarında yeni iletişim yöntemleri geliştirmişlerdir. Bu yeni yöntemlerden Y kuşağının ara formlarında kalmış bir birey olarak, benimde anlamadığım hususlar olduğunu belirtmek zorundayım. Ülkemizde uygulanan politikaları bir kenara bırakacak olursak, yeni yetişen kuşakların gelecekteki felaketin habercisi olduğunu söylemeliyiz. Elbette politikaları bir kenara iterken  yetişecek olan bireylerin politikanın çarkından geçerek bu hale geldiğini y

FOTOĞRAF VE NARSİSİZM

                                  Fotoğraf ve  Narsisizm                  (Sosyal medyanın tahrip gücü yüksek cinleri) Doksanlı yılların sonlarına doğru bilişim teknolojileri ülkemizde inanılmaz bir atılım gerçekleştirdi. Sektörün karşılaştığı sorunların başında yüksek maliyetler geliyordu. Ülkemizde İlk çıkan bilgisayarlara kamu kurumları ya da zengin zümreden kesimler sahip olabiliyordu. Teknolojinin gelişimi ve üretimin giderek artması ile beraber özellikle 2000’li yıllardan sonra cep telefonları ve bilgisayarlar ile tanışma fırsatını yakaladık. Bu zamana dek geliştirdiğimiz iletişim yöntem ve biçimleri giderek tarih olmaya başladı. Hatırlayanlar bilecektir jetonlu telefon dönemlerinden, ceplerimize sığan küçük araçlara geçiş sağlanınca hipnotik bir etki oluştu demek yanlış olmayacaktır. Mektup yerini elektronik postaya bırakırken, ağdalı kurulan cümleler yerini sığ ve basit bir konuşma diline bıraktı. Özellikle telefonlarda mesajlaşma sisteminin de gelişimi ile birlikte dild

KİMSESİZLER TRAGEDYASI

Buralarda Sonbahar sokakları derler yalnız ve karanlık köşelere. Ellerim ceplerimde ve karşımda Cihat etmeye hazır suratlar. Fanatizmi yenemediğimiz saatleri devirirken aklım, kediler çığlık çığlığa  mırıldanırken ve  kesinlikle havada sex kokarken, ruhumu mengeneyle sıkan baskıya rağmen bağırarak şarkı söylüyorum. Yürümek düşünmesini bilen insanın tek silahıdır. Toplumlarımız karanlık çağın ağırlığı altında ezilirken, insanın belki de son sığınağı bilmediği bir boşluğa yürümektir. Bir erkeğin kalbi olmamalıdır, doğuştan yasaklıdır ona ağlamak. Travması hep ağırdır erkeğin. Emin olmalı birileri artık erkek kediler, erkek insanlardan özgürdür. Şehir insanın ruhuna küstüğünde, kent kollarını sadece paraya açarken, beş parasız bir meczup saçlarını okşatamadığı anların intikamını yıldızlardan çıkarıyor. Orta doğu sokakları kan, gözyaşı ve tecavüz. Büyük babalar böyle istedi diye kilit vurduk dudaklarımıza, inanç belledik insan öldürmeyi. Boğaza kadar fanatizme battık. Kitlesel sevgisizlik

KUŞATMANIN ORTASINDA BİR EV

“Numan Yılmaz Antalya’nın Muratpaşa ilçesine bağlı Çağlayan mahallesinde kendine özgü yaşam tarzı ile o bölgeden geçen insanların dikkatini çeken bir eve sahip. 74 Yılından beri aynı bölgede oturan Yılmaz o yıllarda Lara ve çevresinin müstakil evlerden ibaret olduğunun altını çiziyor. 2000’li yıllarda başlayan çarpık kentleşmeden ve yoğun yapılaşmadan dert yanan Yılmaz, İnsanımızın doğal yaşama özlem duyduğunu ve beton binaların içerisinde nasıl bir hapis hayatının var olduğunu anlatıyor. Garip görünebilecek bir kuşatma altında Numan Yılmaz. Evi birçok sitenin çemberinin ortasındaki vahaya benziyor. Kendi bahçesinde yetiştirdiği doğal meyve ve sebzeleri ile unuttuğumuz gerçeği bizlere hatırlatıyor.”                    "NUMAN YILMAZ VE ÇAĞDAŞ GÖKBEL BAHÇEDE BİRLİKTELER"  Çevrenizdeki yoğun yapılaşmaya rağmen kendi bahçesi olan bir evde yaşıyorsunuz. Böylesi bir ortamda yaşayabilmek nasıl bir duygu? Aslında böylesi bir yaşamın özlemini çeken büyük bir kitle var