1977 Kışı, aylardan şubat. Antalya fırtınalı ve korkutucu şimşek gürültüleri ile sarsıldığı bir gecenin ardından sakin, güneşli bir kış sabahına uyanıyordu. Mehmet yatağının içinde gerinerek uyandı. Annesinin mutfakta çıkardığı gürültüden rahatsızdı. Köyden göçeli daha altı ay olmamıştı. Sıdıka hanım şehir yaşamının koşullarına kafa tutan cefakâr bir Yörük kadınıydı. Bakkaldan alınan ekmeğe, sofrada süremediği tereyağına bir de geride bıraktığı komşularına hasretti. Şehirli kadınların saçları, boyalı tırnakları ona hep uzaklığı ve yalnızlığı anımsatıyordu. Belki de kocasının aklını çekebileceklerini düşündüğünden düşman belliyordu bu kadınları. Sıdıka kadın Güllü şalvarından, başına bağladığı işlemeli örtüden vazgeçemezdi. Ülke siyaseti o dönemlerde oldukça karışıktı. Soğuk savaşın etkisi; Sovyetler birliğinin varlığı, altmış bir anayasasının sağladığı görece özgürlük ortamı, işçi sendikalarını geliştirmiş sol muhalefeti yükseltmişti. 77 Kışında göçebe ve yoksul bir Yörük