Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

III.REICH DÖNEMİNDE SIRADAN BİR ÜNİVERSİTE ETKİNLİĞİ

“Bireyler ekonomik erkler karşısında bütünüyle etkisizleştirilmekte. Bu güçler toplumun doğa üzerindeki egemenliğini akla hayale gelmez bir düzeye çıkarmakta. Birey kullandığı aygıtın önünde görünmez hale gelirken, geçimi bu aygıt tarafından hiç olmadığı kadar iyi bir şekilde karşılanır. Bu adil olmayan durumda kitlelerin acizlikleri ve onlara dağıtılan metaların niceliğiyle birlikte güdülebilirlikleri de artmaktadır”.* Kültür bir barbarlık vesikası olmaya devam ediyor. Konferans salonundaki yerimi alırken çevremdeki insanların dış görünüşü algı dünyamda heterojen bir yanılsama oluşturuyor. Saçlarına rasta yaptıran gençler, küpeli erkekler ve rengarenk kıyafetleriyle libidinal dünyamıza göz kırpan genç kadınlar. Bu yanılsama Amerikalılaşma adlı kültür etkinliğimizin sonunda tuzla buz olacaktı…Faşist kültürün beslendiği yegane olgu propaganda ve yalandır. Toplumun kendisini eksik gördüğü noktalara sızar ve bu yumuşak bölgelerde ‘biz hep güçlüydük, şimdide güçlüyüz ve bunu kabul etmek

KARMAŞIK DUYGULAR

Mavi bir ağustos sabahı gözlerimi kimsesiz bir bordoluğun içerisinde ruhumu koyulaştırdığım çaresiz bir mekanın içinde aralıyorum. Çevremi hep renklerle algıladım. Renkler sanki karanlığımdan kaçabilmenin tek çıkar yoluydu. Asla iyi bir ressam ya da iyi bir müzisyen olamayacağımı biliyorum. Tek meziyetim algıladıklarımı kağıda dökerken normal bir insana göre daha fazla cüretkar oluşum. Bir kuşun ne zaman kanat çırpacağını ya da bir kedinin ne zaman usulca avına yaklaştığını hissedebilirim. Bir ressam gibi gözler, tıpkı bir müzisyen gibi doğanın ritmini hissederim… Sandalyenin üzerinde gergin bir biçimde duran ve sanki bir zafer anıtı edasıyla karşımda dikilen çizgili iç çamaşırıma bakıp gülümsüyorum. Odamın benden habersiz toparlanmamış olması güzel bir duygu. Hep dağınık bir adam oldum. Ruhumun buz gibi bir yansıması bu dağınıklık. Duygu dünyamda hep böylesi bir kaosun içerisinde olmuştur. Genellikle insanlar tüm bu kaosun içerisinde kendimce yarattığım düzene, anlam veremediği

AŞKIN DİYALEKTİĞİ-YOK OLUŞ

“Büyük şehir merkezlerinde oturan kişi tekrar bir vahşilik, bir tecrit edilmişlik konumuna döner. Daha önceleri duyulan gereksinmenin canlı tuttuğu, başkalarına bağlı olma duygusu, toplumsal mekanizmanın sorunsuz işleviyle giderek körelmeye yüz tutar. Bu mekanizmanın her mükemmelleştirilişi, belli davranış tarzlarını, belli duygu kıpırdanışlarını işlevsiz kılacaktır” * Barbarlığın buz gibi vesikası olan kültür, sıradan yaşamlarımızı renklendirirken ruhlarımızı yavaşça sömüren kan emici bir asalak durumundadır. Televizyonlarda, gazetelerde ya da aylık mecmualarda sıklıkla tartışılan bir konu olagelmiştir aşk. Pek çok kişisel gelişim zırvalığı uzmanının çokbilmiş önerilerini gerçekte uygulamasak dahi zorla dinlemek zorunda bırakılıyoruz. Yeni yetme bir Çin işkencesini andırıyor. Astroloji, yıldızların konumu ve diğer tüm şeyleri de hesaba katarsak aşk piyasasının oldukça geniş ve karlı bir alan yarattığını söyleyebiliriz. Kapitalist yaşam tarzının hakim olduğu toplumlarda insa

PRİZMALAR FELSEFESİ-1KAHVE İMPARATORLUĞU

Issız ve belirsiz bir yönden, Yalnızca kötü meleklerin bulunduğu, Kara bir taht üzerinde hüküm süren, GECE adlı hayaletin olduğu, Bu topraklara yeni vardım…(Edgar Poe) Tekinsiz hayaletler sokağına benzetiyorum kapitalizmin girdiği her deliği. Edgar Poe’nun Düşsel Ülke adlı şiirindeki GECE adlı hayaletin us evreninde nasıl vücut bulduğunu ideoloji perdesinin ardından tüm çıplaklığıyla görüyorum. Unutma nerede insan çoksa orada çılgın tüketim tapınakları kurulmuştur. Hareketli bir prizmaya benzer, şu otomatik camlı kapılar. Kapı sizi algıladığında ardına dek açılır, girdiğiniz yer global ölçekli bir kahve dükkanıdır. Peki sadece global ölçekli bir kahve dükkanı mı girdiğiniz o yer? Bu sorunun cevabı klasik iktisat disiplini ve ekonomik parametreler ölçeğinde kuru bir evettir. Ancak bunun basit bir kahve dükkanı olmadığını anlamanın tek yolu zihninize yerleştireceğiniz prizmadan geçmektedir. Bildiğiniz üzere prizma ışığın kırılmasını sağlayan küçük bir araçtır. İdeoloji; zihi

BERÇEM'İN HİKAYESİ

Kırık camlara basmadan yürümek için özen gösteriyorum. Binlerce parçayı incelerken dün geceki güç savaşını ya da çetin bir kavganın anısını hissediyorum. Başımı kaldırıp ufka doğru baktığımda kocaman bir  deryayı karşımda buluyorum . Van gölünü gördüğümde ruhuma dolan sonsuzluk hissiyle mutlu oluyorum. Geldiğimden beri ilk kez hissettiğim bir duygu. Yıllardır görülmeyen eski bir dosta kavuşmanın verdiği hazza benziyor. Evlerde neşeli bir telaş misafir geldi. Küçük bir şenlik havasında misafirin karşılandığını öğreniyorum, geldiğim yerlerde misafir yük, buralarda mutluluk demek. Kadınlar tebessüme, takdire, sevgiye ve teşekküre aç. Çocuklar; huzura, sarılmaya ve bol bol öpülmeye aç. Oyunlarında savaşçı bir yıkım hakim, gözlerinde gizleyemedikleri korku. Korkuya mahkum insanların coğrafyasındayım. Silah seslerinin, düşen bombaların, insan çığlıklarının toprağın altında gizli olduğu bir coğrafya. Küçük Berçemle o gün gölün kıyısında tanışıyoruz. Sessizce süzüyor beni oturduğum yerden

YIKIYORUM MÜREKKEPLE ÇIPLAKLIĞINI KAĞITLARIN

Kaç gün geçti üzerinden…hatırlamıyorum. Şimdi sokak köpekleri karanlığına karışırken şehrin, otostop çekiyorum tanımadığım kadın bedenlerine. Makyajları akarken göz kapaklarının üzerinden, yine kim ağlatıyor sokak lambalarını ve titriyor sarı ışığında yorgun kediler. Kafamda sorular hayatı sırtladığım çantanın içerisine uzatıyorum ellerimi, çıkıyorum şehir ardımda kalıyor, sevişiyorum ve ardımda kalıyor aşk… Kulaklığımı takıyorum, kulaklarım acıyor saatlerdir dinliyorum popüler düşlerin kimsesiz savaşçısını; uzanıyorum ıssız bir yolun ortasına. Eski bir caranberries şarkısı yüzümü yalıyor, asfalt sıcak ve hissediyorum çığlıklarını asfalta mahkum toprağın. Toprak artık gebe değil, gerçek tohumlara. Sevişirken paraya sarıldı, hamileyken kasa doğuracağından umutluydu. Kapandı döl yatağı tanrıların. Kimse sormadı neden? Sormayı unutmuştu Adem! düşerken ikarus gökyüzünden, insan yumdu gözlerini bir daha açmamacasına. Çocuk ağladı…sormadı neden? Asfalta uzanan adama baktı deli

KARANLIĞIN SONUNDA

Güneş süzülürken uğur böceklerimin kanatlarının arasından, seni soruyorum dudaklarımı öpen rüzgara. Penceremden eğilip kedilerimi gözetliyorum, oyun derdinde ikisi de her şey yolunda. Geceden kalma son izleri de silebilmek için banyoda buluyorum kurtuluşu. Çıplaklığım da arıyorum unuttuğum merhametin huzursuz izlerini. Kalp atışlarımı düzene soktuktan sonra çıkıyorum. Kahvaltı ritüeli için masaya oturup çayımı yudumluyorum. Onu düşünüyorum, mesajını görüyorum ışıklı ekranın camından, boynumda nefesinin dolaştığını hisseder gibiyim tebessüm ediyorum... Telefonda duyuyorum sesini çağırıyorsun. Düşünmeden çıkıyorum, ponponlu bereyi ıslak saçlarıma örtü yapıyorum. Üşümüyorum, ruhum titrerken adımlıyorum yorgun kaldırımları. Şimdi o tek başına ve biz iki kişi. O işleri iyi yapıyor, biz biraz yarım… Siz hiç bulutları takip ettiniz mi? Şimdi gökyüzünde hiç bulut yok. Sıkıntı çöktükçe uzaklaşıyorum kendimden. Yanımda yürürken göz ucuyla izliyorum saçlarını. Zaman aleyhime işlerken,

KATİLİN GÜNCESİ

15 Kasım yani bugün…. Adımları sıklaşıyor... Parkın içinden beni fark etmeyi başardı. Çok güzel değil, göğüsleri ve belki bir parça kalçaları ilgimi çekiyor. Düşüncelerimi güneş gözlüğümün arkasına iterken samimiyetsiz bir gülüş yerleştiriyorum dudaklarıma. Şimdi, yanımda ve yanakları yanaklarıma değiyor. Ten uyumunu yakalamaya çalışıyoruz sanki… İnsanlar garip canlılar tavus kuşlarına benziyorlar bazen, tavus kuşu dişisini etkilemek için tüylerini açar ve dans eder. Tabi tüm bu saçmalıklar, erkek denilen garip canlının omuzlarına yükleniyor. Hadi sayalım şimdi, bu aptal kadın yanımda yürürken bir kadın nasıl tavlanır onu sıralayalım. 14 Kasım 1999 saat:23/55 Alnımdan süzülen küçük bir damlayı göbek deliğine denk getirmenin zafer çığlığını atarak yataktan doğruluyorum. Mutluyuz, ikimizde orgazm olduk. Nasılsa; önemli olan orgazm olmaktı. İnanmadığımız bir sürü yalan aşk sözcüğünü birbirimizin diline bırakıp, kendimizi banyoya attık. İnsan bazı şeyleri unutabilen bir canlıdır

KÜÇÜK ADAMIN HİKAYESİ

INTRO Daha önce hiç tanımadığım bir tat dilimin ucundaki. “Yeni mi çıkarmışlar bu dondurmayı?” gülümsüyor, çok eğleniyor, damağımdaki tadın yarattığı şaşkınlıkla eğleniyor. Sucuk gibi terlemişim, topun peşinde koşmaktan. Babam hep bu komik deyimi kullanırdı, belki de beni kırmak yerine güldürmeyi tercih ederdi. Küçük kız yanındaki erkek çocuğuyla uzaklara dalıyor ve gülümsüyordu, gündüz vakti kendini gösteren Ay’a bakarak. Şimdi karanlığı geçtik, şimdi intronun sonuna yaklaşırken Elele tutuşup dünyanın ekseninde dönüyorduk. Şimdi dünya bizdik, sarıldık! Ayrılmayı yediremedik! Sustuk! Ve gülmedik… PEMBE PLASTİK TOP Kahvaltının sonuna gelirken gözüm heyecanla dışarıdaydı. Bu durumu kimseye çaktırmak istemezsin özellikle evdekilere. Ama anne ve baba her şeyi bilir ve hisseder. Gelen arkadaşın ardından hızla çıkılır evden. Annenin tüm uyarılarından kaçabilmenin tek yolu hızla ayakkabıları giyip uzaklaşmaktır. Dün patlayan topun yerine pembe plastik bir top gelmiştir. Çok güldü

İKARUS

Yaz günlerinin küçük kumları çılgınlar gibi kızarttığı zamanlarda...Uzandığım yerden yanımdaki bikinili rüyayı izlerken, yakalıyorum kendimi. Deli gibi bir şey oldum bu aralar. Kendi kendime kıkırdarken şimdide ona yakalandım. Utandığını belli eden yirmi beş yaşındaki koca bebeğin alnından irice bir damla ter havluya yuvarlanıverdi. Soran bakışlarla ve gülümseyerek karşılık verdi tatlı telaşıma, sonra bıraktı esmer tenini dalgalarına denizin. Romanımı okurken; daha doğrusu okurmuş gibi yaparken, suyun içindeki küçük denizatıyla yaşadığım aşkı düşlüyordum. Sevişir gibiydi. Gün batımında bikinisini düğümlerken arkasındaki erkek bendim. Birlikte yüzerken balıkları kıskandıran bizdik. Nasıl başarıyorduk? Neyi? Tabi ki balıkları kıskandırmayı. Şimdi kollarımda çözerken bikinisini ve memelerini özgürlüğe kavuştururken, suyun içinde mutlu iki aşıktık. Hava kararırken güneşe güle güle diyorduk, çılgınlar gibi öpüşüp dilimizin yerini değiştirirken. Şimdi nasıl terk edecektik bu

GİRERKEN BOŞLUĞUNA

Güneşin çocukları henüz yatağa yeni düşüyordu. Üzerimi değiştirirken yerde duran iç çamaşırlarından kendime ait olanı bulmakta zorlandım. Bir kez daha arkamı dönüp ona baktığımda vücudunun kıvrımlarını hayranlıkla izliyordum. Çocukluğumun seslerini kulağımda duyarken evi biran önce terk etmeliyim, gömleğimi iliklerken sırasını karıştırıyorum. Küçük kağıdı karalarken aklıma gelen ilk sözü iliştiriyorum  “Elimde değil” Dışarı attığımda kendimi ruhumun hala o evde olduğunu bilerek soğuk havayı çekiyordum ciğerlerime. Kimden kaçıyordum yatağımda inleyen kadından kaçmıyordum. Felaketimden çözemediğim yığınla sorudan kaçarak ilerliyordum şehrin kör sokaklarında. Otobüs durağındaki simitçiden almayı düşündüğüm şeyi es geçiyorum. Bozuk atıyor simitler. Sahile vurmalıyım hiç vakit kaybetmeden yeniden vurmalıyım kayaklıklarıma. Sisifosun kayası gibi denizle olan ilişkim. Dalgalara her çarpışında bedenim, yeni bir umuda kanat çırpıyor ruhum. Edebi şımarıklıklarımı okuttuğum binlerce okuru

PARACOMANDANTE

Paracomandante: “Dilden dile değil de sanki dilden olaya ya da olaydan olaya tercüme yapıyor gibiyim sosyal medyada” Gezi olaylarının ateşli zamanlarında hayatımıza girmiş bir fenomen Paracomandante. Attığı twitlerle hepimizin söylemek istediklerini ama söylemeye cesaret edemediğimiz şeyleri ifade eden sosyalist karakteri ağır basan bir kişilik. Tüm bu etkisini belki de kimliğinin gizli olmasına ve Zapatista hareketine duyduğu sempatiye borçlu. Gerçek olan ise muhalif insanların yüreğinde şimdiden hatırı sayılır bir yer bulmuş olmasıdır. Gündemi ve yaşadığımız olayları değerlendirirken siyasetin sığ dilinden ve alışıldık tavırlardan özellikle kaçınıyor. Anti entelektüalizmin yüceltildiği bir durumla karşı kaşıya olduğumuzu belirten Paracomandante, sosyal medyada kırdığı insanlara üzüldüğünü ve aslında kendisinin tüm insani özelliklerini sosyal ortama yansıtmasının ilgi çekici olduğunun altını çizdi. Dünya siyasi tarihinde; Meksika kökenli zapatista hareketinin öncüsü

TARİHİN İZİNDE

“Genç nesil tek bir ideolojiye saplanıp kalmamalı, her felsefeyi ve düşünce sistemini merak edip çok araştırma yapmalı ve kitap okumalı” Tarihin izinde genç bir delikanlı Ahmet Karakuş, 1934 yılında Artvin’in Ardanuç beldesinde doğan Karakuş, zorlu bir hayat mücadelesinin içinden sıyrılıp gelmiş bir isim. Herkes tarafından tanınmayan ancak araştırmaları ve tarih alanındaki çalışmalarıyla özel bir yere sahip. Antalya’da yaşayan bir yazar Karakuş ve bir kent için gurur kaynağı. Cumhuriyet’in bugün geldiği durumdan rahatsızlık duyduğunu dile getiren Karakuş, En büyük korkusunun halkımızın Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet devriminin kazanımlarını unutması olduğunu belirtti. 1972 yılında Mamak Cezaevinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanıştınız. O döneme ilişkin unutamadığınız bir anıyı bizimle paylaşır mısınız? Ürgüp Halk Evi başkanıyken 12 Eylül’ün meşhur muhalifleri toplama kampanyası neticesinde cezaevine girdim. Bir ihbar ve iftira sonucu 1972 yılında Mamak cezaevine gön